14 Aralık 2009 Pazartesi

yazmak yazmak yazmak istiyorum..

o kadar uzun zamandır yazmak istiyorum kiii ama zaman bulamıyorum daha doğrusu zamansızlık da değil odaklanamıyorum.. şu ara hiiiiç bir şeye odaklanamadığım gibi.. yorgunum, bitkinim, kötü bir ruh halindeyim manasızca.. hiiiç bir neden yok oysa böyle olması için ama kendimi bitmiş hissediyorum.. halsizim.. hiiç bir şeye halim yok.. sadece uyumak istiyorum.. uyumak.. uyumak.. uyumak..

uykusuz, halsiz
egi

14 Kasım 2009 Cumartesi

iyi ki doğmuş..

bugün doğum günü onun.. iyi ki doğmuş.. o olmasaydı ben nereden öğrenecektim birine değer vermeden önce çok kere düşünmek gerektiğini.. biriyle keyifli zaman geçirmenin her şey demek olmadığını.. biri hakkında her şeyi bilmenin de her şey demek olmadığını hatta hiç bir şey olduğunu.. cevapsız soruların hep cevapsız kalacağını.. hayatın aslında ne olduğunu.. ama en zoru en kötüsü eski bir arkadaşın doğum gününü bile bile gecesinde 12'de kutlayamamış olmak.. neyse napalım sağolsun, var olsun, doğum günü kutlu olsun..
hee bu arada bu yazı benim hala bunalım takıldığımın bir göstergesi olarak algılanmasın sakın :)) sadece doğum günlerini kutlamadan geçemiyorum ne yapayım :))

hepimize mutlu yıllar :DD

doğum günü delisi :)
egi

22 Ekim 2009 Perşembe

reset!

bir başımaydım, kararlıydım, ne zamandır yapılması gerekeni yaptım, sildim, reset attım ve geride bıraktım..

nasıl bir hafifleme nasıl bir huzur..

vakit ileriye bakma zamanı.. üzerine bir keyif kahvesi, missss gibi..

yanında taze alınmış, sayfaları hala misss kokan yepyeni bir kitap..

ve merhaba yeni hayat..

umutlu
egi

18 Ekim 2009 Pazar

hisler...

bir şeyler oluyor gibi ama olmuyor da olabilir.. bir yandan olsun bir yandan olsa nasıl olur bir yandan da ya olmuyorsa gibi saçma sapan düşünceler.. çelişkiler, değişik duygular, değişik ruh hallerindeyim.. gene beklentiler, beklemeler, sonra beklememek gerektiği, akışına bırakmak gerektiği, ama bir türlü akışın ne olacağını düşünmeden edememe.. karışık yani gene buralar.. ama bir yandan güzel bir heyecan, ne olacak beklentisi, hazırlık, mutluluk, gülümseme hali..
bir de tabii kendi kendini sorgulama var, acaba sadece bir şeyler olsun diye mi bu haller işte onu da bilmiyorum, çözemiyorum.. biri çıksa dese ki bu bundan bu bundan ve bu böyle diye onları da yaşasak, böyle karışıp kalıyorum..
ya da artık zamanı gelse ne yaşanacaksa yaşansa, güzel şeyler yaşansa, mutlu olunsa artık olmaz mı???
gene cevapsız sorularım var sanırım, hep kendimi tekrar ediyorum sanırım ama hayat bu işte insan hep beklentiler içinde oluyor..

hep bekleyişte
egi

23 Eylül 2009 Çarşamba

kronoloji...

istanbul'un en güzel yerleri ve kronolojisileri
29 ekim 2008-üsküdar-beykoz
9 ya da 10 aralık 2008(bir bayram günü)-taksim-karaköy-kabataş
18 aralık 2008-gidemeyiş
19 ya da 20 aralık 2008-gidiş
23 nisan 2009-dönüş (yine bir bayram) - çocuk bayramında çocuklar gibi şen olma hali
6 mayıs 2009-esenyurt-hayatı bayram sanma
7 mayıs 2009-beşiktaş-ortaköy-bebek-kabataş-yüzleşme
7 mayıs 2009-23 eylül 2009 01.52-İstanbul'un her yeri-hala sessizlik...
arada atılması gereken başka tarihler de ne yazık ki var, 2 kere de florya var...

bu bayramda da gene çok fazla yokluk çektim, bir kısmını yazacağım ama onlar da yarına kalsın...
bir bayram daha bitti, bundan sonra hep iyi, mutlu, huzurlu bayramlar olsun, herkes için...

hala nedensizce buruk bayram çocuğu
egi

29 Ağustos 2009 Cumartesi

ramazan pidesi kuyruğu mutluluğu...

herşeye rağmen hayat devam ediyor, hayat kaldığı yerden...
Yeniden yazma gücü buldum kendimde, yeniden hayata olumlu bakmaya çalışmacaya döndüm, bir çok yazı geçti aklımdan, ama anca şimdi başladım yeniden...
Hayat bazen çok tatsız bazen ufak şeylerle bile yaşama sevinci ile dolunabiliyor. Senelerin adi pollysiyim, olumsuzluklara, kayıplara, gidişlere rağmen yeniden adi pollyliğe dönüyorum. Üzüntüler, sıkıntılar, ağlamalar, sızlamalar hiç bir şeyi değiştirmiyor, bari şurda bir nefes sonrasını bilmediğimiz hayattan tat almaya çalışalım, mutlu olalım, mutlu edelim diyorum. Sağlığımız yerinde mi, çevrem sevdiğim insanlarla dolu mu, ihtiyacım olduğunda yanımda olan çokça dostlarım var mı, iyi kötü bir işim var mı bunlarla yetinmeye bakmalı, mutlu olmalı. İşte bunlar var diye mutluyum, hayattayım mutluyum.
Gelelim başlığın manasına; ramazanın ilk gününden beri anneme pideyi ben alayım mı diyip duruyordum, en sonunda ramazanın 3. gününde bu göreve ulaşabildim. İş çıkışı fırına gittim, baktım kuyruk var, içimi nasıl bir mutluluk doldurdu inanamazsınız, sonra o ramazan pidesinin muhteşem kokusu karşıladı beni, o kuyruk ve o koku beni (çok klasik olacak ama) eski ramazanlara götürdü. Fındıkzade'me götürdü beni, ablamın elinden tutup Hacıbayramoğlu Ekmek Fırını'nın önünde beklediğimiz sokağın başına kadar olan kuyruğa götürdü, çocukluğuma götürdü... Eskileri hatırlamak insana hem büyük bir hüzün hem de büyük bir mutluluk veriyor, huzur duydum o kuyrukta, o kokuyla... Kuyrukta öyle bir sırıtışla bekliyordum ki eminim çevreden biri fark ettiyse deli mi ne demiştir. Evet deliyim, küçük şeylerden mutlu olmak delilikse mutluyum, hem de çok...
Artık hayatı daha umursamaz yaşamaya karar verdim, önüme ne çıkarsa yaşıyorum, ince eleyip sık dokumuyorum, kriterleri uzaklaştırıyorum hayatımdan, kendime ve çevreme zarar vermeden yaşıyorum hayatı, biraz kaderci oldum şu aralar galiba, bu kadar da hırssız olmamalı mı acaba onu da bilmiyorum ama ne doğru ne yanlış diye düşünmekten bıktım, içimden nasıl geliyorsa öyle devam ediyorum, hiç bir şey için, hiç kimse için üzülmeye, sıkılmaya değmez...
Özetle yeniden herşeye rağmen hayat güzeldir günleri başladı, haydi yaşayalım doya doya...
yeniden adi polly
egi

8 Haziran 2009 Pazartesi

ilk defa...

ilk defa deniz huzur vermedi bana...
ilk defa denizi görmek acıttı beni...
ilk defa dolunayı sevmedim...
ilk defa mehtabı görmek istemedim...
ilk defa böyle acılı bir kalabalık gördüm...
ilk defa bu kadar çok acılı yüz gördüm...
ilk defa böyle çok gözyaşını bir arada gördüm...
ilk defa kalabalıklar içinde hüngür hüngür ağladım...
ilk ve son defa olur inşallah...

7 Haziran 2009 Pazar

ahhh hayaat ahhh!!!

iki yazı üst üste güzel şeyler yazmak mümkün değil mi bu hayatta???
çok mu ara veriyorum iki yazı arasında???
güzel şeyleri yazmayı atlayıp, kötü bir şey olunca gene soluğu cümlelerin içinde alıyorum???
ertelemek! hep düştüğümüz hata bu değil mi ertelemek!
küçük mutlulukları yazmayı ertelemek, kocca kötülükler olunca yazmak istemek, yazıya sığınmak, yazıda çığlıklar atmak!
gün içinde küçük şeylere mutlu oluyorum, diyorum yazayım, mutluluğumu ölümsüzleştireyim satırlarla, ama sonra işte o lanet olasıca ertelemek!
son yazımda Kübra ile yaptığım telefon konuşmasından bahsetmiştim, o kadar acılarına rağmen hep daha iyiyim diyebilen Kübra'dan...
meğer o konuşma aramızdaki son konuşmaymış...
mucize olmayacakmış, hayat tüüüm acımazsızlığı ile devam edecekmiş, bir eksikle...
dün bir eve bir ateş düştü ki acısı kaç evde duyuldu...
o ateş nasıl söner bilmiyorum ama Allah geride kalanlara sabır versin demekten başka çare yok... ne ağlamak, ne bağırmak, ne ağıtlar yokluğunun acısını dindirir, ne de geri getirir...
böyle acılar insanın yüzüne öyyle bir tokat patlatıyor ki...
nelere kızıyoruz, nelere üzülüyoruz, neleri kendimize dert ediyoruz, kimlere değer veriyoruz, ardından gözyaşı döküyoruz, oysa hayat o kadar kısa ki, o kadar değersiz ki her anın tadını çıkarmak lazım, her anı olduğu gibi yaşamak, geriye bakmamak, ilerisi için kaygılanmamak lazım..
Kübra, üniversitede okuyan kuzenine ne oluur ders çalışma demiş son gece, illa A ile geçme, C ile geçsen de olur, hayatı kaçırma, kendini hırpalama demiş...
bazen kendimizi hayata çok kaptırıyoruz, hırs yapıyoruz, hiiiiç gerek yok, önümüze ne gelirse o dur yaşayabildiğimiz, yaşadığımız...
kötü
egi

22 Mayıs 2009 Cuma

yeniden herşeye rağmen hayat güzeldir moduna doğru...

adi polly dönmeli, dönüyor, dönmekte :)
dün can bebek geldi dünyaya... hayatta bir yenilik, hayatın devamlılığını gösteren en güzel olaylardan biri; doğum...korkunç bir acı sonrasında, ağrılarla, sancılarla, çığlıklarla, bu acıya neden olan şeye, insanın kendinden bir parça olan, sevdiği adamdan bir parça olan o el kadar yavruya bakarken gözünden akan sevinç gözyaşları, hayatının bir tanesi haline gelmesi... o anne ile bebeğinin ilk anları, tanışmaları, her kesin heyecanı... doğumhane kapısında doktorun parmağı ile ok işareti yapması, içerden bebek ağlama sesiyle kapıdakilerin dağılması...
işte hayata dönüş...
dün güne başlarken güzel rüyalar görerek girdim, çok güzel bir gün geçirdim, taze halacık esracımla, öziyle, özgecikle keyifli bir kahve molası verdim, kendim için bir gün geçirdim, sevdiklerimle bir gün geçirdim, akşamına teyzesinin hep söylediği gibi tatil gününe yetişti Can'ımız... hoşgeldi, iyi ki geldi...
bugün sabah mesaim erken başladı, dünkü güzel yorgunluğun üzerine zor bir sabahtı, ama akşama varmayı beklemek güzeldi, 1 saat erken çıkacak olmanın verdiği mutlulukla..
adi polly geri dönüyor, küçük şeylerle mutlu oluyor:) hava güzeldi, yürüyüş yapmalı dedim, her yürüyüşte farklı, bilinmeyen yollar denemek gerek diyenlerdenim. bugün de öyle yaptım, yeni bir yoldan gittim, yol 2 katlı villalar vardı, kapılarından güller sarkıyordu renk renk, hanımeli çiçekleri açmıştı misss kokular saçıyorlardı, nasıııl güzel bir kokuydu, çocukluk günlerinden kalma bir koku... bir hanımeli aldım elime yol boyu koklaya koklaya yürüdüm, eski fındıkzade günlerine döndüm, arka bahçede daha doğrusu otoparkın duvarında vardı hanımeli, çocuklarla koparıp özünü yerdik, ama bugün elimde o kadar çok oynadım ki özü gitmişti ama çok güzel bir histi o kokular içinde yürümek, o kokuları içime çekmek...
Şükrettim, bu yürüyüşü yapacak sağlığa sahip olduğum için, kokuları alabildiğim için, kendi kendime yürümekten de keyif alabildiğim için, kimseye muhtaç olmadığım için...
bu arada kulağımda da gene manga vardı, şarkıları yeniden dinleyebiliyorum, o gücü de buldum kendimde, şarkıların bir suçu yok ki yaşananlarda, yaşananlara neden olan zaten kendi kendini çıkardı hayatımdan, şarkılarım bana kaldı, artık bir önemi yok, silindiysem, silinmişim, hayat devam ediyor...
yolda Kübra aradı beni, sesi biraz daha iyi geliyordu, sen aradığın zamanlarda kendimi iyi hissettiğim zamanlara denk geliyor, konuşabiliyorum, seviniyorum dedi... her gün arayayım dedim, keşke her an arasam seni o anların hepsinde iyi olsan, en iyi olsan, bütün kötülükler def olsa hayatından...
Bir mucize istiyorum, hayat gerçekten güzelliğini göstersin, herkes için devamlılığı olsun...
Sonra gene eskilerden sevilen bir sesi aradım, dertleştik, özlemişiz Selma Ablamızla birbirimizi, en kısa zamanda görüşmeyi diledik..
Güzel günler, güzel zamanlar olacak, inanmak ve istemek lazım, üzüntünün, kederin kimseye faydası yok, gülmek en güzeli, yaşamak en güzeli, anlayacağınız adi polly'den yeniden merhaba...
:))
adi polly
egi

18 Mayıs 2009 Pazartesi

zamana, hayata dair...

"Öyle bir an gelirki ;

Doğduğun an sebebi belirsiz bir mutluluk yaşar etrafındaki tüm insanlar
Oysa sen ağlarsın umarsızca daha önce de yaşamışcasına
Hayata başladığın an sona attığın ilk adımdı bunun herkes farkındaydı
çünkü zaman çok acımasızdı ....
Geçen her saniye arkasına bakmadan senden uzaklaştı
Yakalamak imkansızdı ....
insanoğlunun kaderi ise zamanın gerisinde kalmaktı ....
ÇOK GEÇ KALDI ....

Sözün bittiği yerde kafana balyoz gibi inen şey
bir akrep ve yelkovan kadar yakındı
Herkes bile bile umursamaz bir tavır takındı
kimse zamanın sessiz nefesine aldırmadı
ardından kaçınılmaz sona varıldı
İnsanoğlunun kaderi kaybedilenin ardından pişmanlıklar yaşamaktı ....
BÜYÜK KAYIPLAR YAŞANDI ....

Senin için umutlar beslendi ,güzel hayaller ekildi dünya tarlasına
Gün geldi dolu vurdu umutları gün geldi güneş kuruttu
Büyümek en zorunlu yarış ve en sonsuz ızdırap oldu .
Ama unutulan birşey vardı ;
Herşey büyümek değildi bunun farkına çok geç varıldı .
Hayat ölümcül bir hastalıktı ...
İnsanoğlunun kaderi ise daha doğduğu anda bu hastalığa yakalanmaktı ....
SON EN BAŞTAN HAZIRDI ....


DİDAR AYDIN"

Arkadaşıma sayfa açamadık ama benim sayfamdan yayınlama hakkı aldım, artık ilerde kitabı çıkarsa telif hakkını ödeyeceğim :))
Ellerine sağlık gene arkadaşımın, okuyanların da beğenisine sunulur (tabii okuyucum varsa :)))

zamanla başı dertli
egi


17 Mayıs 2009 Pazar

sıkıldım...

sıkıldım beklemekten...
sıkıldım cevapsızlıktan...
sıkıldım bencilliklerden...
sıkıldım sessizlikten...
sıkıldım boş bakmalardan...
sıkıldım konuşamamaktan...
sıkıldım iletişimsizlikten...
sıkıldım rutinden...
sıkıldım kurallardan...
sıkıldım düşüncesizlikten...
sıkıldım tutarsızlıktan...
sıkıldım sonuçsuzluktan...
sıkıldım boşluklardan...
sıkıldım duygusuzluktan...
sıkıldım sevgisizlikten...
sıkıldım ilgisizlikten...
sıkıldım umursamazlıktan...
sıkıldım görmemezlikten...
sıkıldım körlükten...
sıkıldım sağırlıktan...
sıkıldım zamansızlıktan...
sıkıldım yazışamamaktan...
sıkıldım aranmamaktan...
sıkıldım ondan, bundan, şundan,
onsuzluktan...
sıkkın
egi

13 Mayıs 2009 Çarşamba

susmak üzerine...

"Susmak üzerine söylenmiş bir kaç sözüm var kendime ;
Susmak , konuşmak istemediğim için,
belki konuşmak istiyor olsamda kırmamak aslında kırılmamak için ....
susmak işte
Sessizlikle çözmek kelimeleri ,hisleri ,düşleri
kendince bir hayat biçimidir bilerek ya da bilmeyerek
Anlaşılmayı beklemek hataydı ama artık bir hata yapılmıştı .....
Susmak kabullenmek mi ? başkaldırış mı ? kimbilir belki ikiside ezik duyguların sessiz çığlığı ...
susmak işte
adı üstünde susmak,kelimeleri iki dudağının arasında değil beyninde yuvarlamaktı.
sonunda kocaman bir çığ olacağını bile bile inatla içinde yaşatmaktı...
susmak hayata boyun eğmekti ,
önceleri kendiliğinden şimdi mecburiyetten ......
ve susmak acizlik değil azizlikti belki acınası ruhunda,
buna inanmaktı tek tesellin oysa buda kocaman bir yalandı.
susmak
kendi varlığının içinde kaybolmaktı .

DİDAR AYDIN"

Yeni hayatıma giren ve kendisinin duruşundan, bakışından, görüşlerinden çok etkilendiğim, muhtemelen bundan sonraki hayatımda hep yeri olacak bir arkadaşımın dizelerinden çok etkilendim ve paylaşmak istedim... en kısa zamanda kendisine de bir sayfa açtırıcam :)

susamayan
egi

9 Mayıs 2009 Cumartesi

cevapsız sorular...

cevapsız sorular...

birden ay ışığını kesti
bide sen çok değiştin
yaşananlar hiç yaşanmamış gibi
söylenenler hiç söylenmemiş gibi

birde sen karsıma geçtin
başka biri var bir var dedin
inanamamdım bittiğine
inanamamdım gittiğine

ne sen baktın ardına ne ben
hep ayrı yollarda yürüdük
sustu bu gece karardı yine ay
kaldı geriye cevapsız sorular
uyandıgında onu ilk kim görecek
bıraktıgım düşü kim büyütecek

her sabah kaybolup giden
bir rüya gibi oldun artık
geceleri beni bekleyen
gündüzlerimi zehir eden

ne sen baktın ardına ne ben
hep ayrı yollarda yürüdük
sustu bu gece karardı yine ay
kaldı geriye cevapsız sorular
uyandıgında onu ilk kim görecek
bıraktıgım düşü kim büyütecek

ne sen baktın ardına ne ben
hep ayrı yollarda yürüdük
sustu bu gece karardı yine ay
kaldı geriye cevapsız sorular
uyandıgında onu ilk kim görecek
bıraktıgım düşü kim büyütecek

bu ara manga dinleyerek geçiyor günlerim, gene onlardan müthiş bir şarkı, gene sözlerini buraya yazdım ama kendisini de ile dinleyin de derim...

zor dönemlerde insanın düşüncelerine, hislerine tercüman olan şarkılar vardır, bu da onlardan biri işte, aynı dediği gibi, "ne o baktı ardına ne ben baktım, cevapsız sorularla kaldım, sorularım da cevaplarım da onun ilgisini bile çekmedi..." ve hiiç cevabım olmayacak...

bir yandan duygusal açıdan bu kadar yoğun bir dönem geçirirken, hatta annemin yanında dayanamayıp, bir kaç damla gözyaşı dökerken, bir yandan da çevrede ne dertler var ben neyi dert ediyorum diyorum. bu konuyla ilgili başka gözyaşı dökülmeyecek!!! ilk ve son gözyaşlarıydı onlar...
karman çorman
egi

8 Mayıs 2009 Cuma

çelişkiye son!

çelişkiye son verdim yeniden manganın şarkısına dönüyorum şarkı ne derse desin ben bu defa köprüleri gerçekten atıp vazgeçiyorum...

2 önceki yazımdan aynen ekliyorum gene;

"hayat bu işte...

Bazen ben de terk edip gidebilsem keşke diyorum
İçimde bir İstanbul var ondan vazgeçemiyorum.

Belki sen de bir gün geçersin diye köprülerinden
Yakıp yıkamıyorum, koparıp da atamıyorum içimden

Hayat bu işte;
Kanatlanıp gitmek dururken
Dört duvar içinde hap solursun
Yaşamak için bir neden ararken
Ölmek için bulursun

Söyle; taşı toprağı altın olmuş kaç yazar ?
Delik testi umutlarım, akar altından azar azar.

Söyle, neye yarar yaşamak altın bir kafeste
Bir yanım seni beklerken, diğeri bekler ölümü ağır ağır

Hayat bu işte;
Kanatlanıp gitmek dururken
Dört duvar içinde hap solursun
Yaşamak için bir neden ararken
Ölmek için bulursun

manga sağolsun ama ben köprüleri gene de atmaya karar verdim, vazgeçiyorum.. "

Bugün (dün) sonunda dilim çözüldü, içimdekileri akıttım karşımdakine, şaşkınlık, afallama, hazımsızlık dışında bir tepki alamadım, şoku atlattıktan sonra ne olur bilmiyorum ama ben konuştum daha rahatım...
Gelirse kapının anahtarı zaten onda, ama gelmezse de canı sağolsun, güzel zamanlardı; gelmeyecekse anahtarı atsın denize elbet doğru biri bulur yeniden...

"gizlerini dökmüş, rahatlamış ama gene de az da olsa kısa bir süre huzursuz bekleyişte..."
egi

7 Mayıs 2009 Perşembe

mutluluk... ve umut...

İnsan daha önce kendi yazdıkları ile nasıl bu kadar çelişebilir? hayat dediğimiz işte bu mudur? kararlar alırsın, sonra bi kaç şeyi başka şeylere işaret olduğunu düşünürsün ve o kararın tam tersi şeyler yapmaya, tam tersi şeyler beklemey başlarsın? 3. bir kişinin söylediklerine göre yeniden hülyalara dalıp beklentilere girebiliyor insan, ya da zaten hep birinin bunları söylemesini bekliyor, çünkü hülyaları, hayalleri zaten bunlar...
Diyeceğim o ki bugün (şu anda dün oldu) çoooook uzun süredir telefon gelmesini beklediğim birinden telefon geldi, telefonu yetmedi kendi geldi, bunlar benim hayallerime uydu diye mi mutluyum, onu gördüm diye mi mutluyum, beklentilerime belki biraz yaklaşabilirim diye mi mutluyum, peki ya değilse korkularım ne olacak??
Bence vakit korkulara zaman verecek bir vakit değil, mutluluktan heyecandan gün içinde yüzüm yüz kere renk değiştirdi, her bir dostuma, arkadaşıma, kuzenime, ablama, anneme anlatışımda baştan yaşadım, baştan heyecan duydum, ne oluuuur bu heyecanım elimde patlamasın, devamı gelsin, çok istiyorum, gerçekten istiyorum...
Bugün mutluydum ya da ne hissedeceğimi hissedemez haldeydim, daha da mutlu olmak istiyorum, gerçek mutluluk olmasını istiyorum, hayal olarak kalmasını ya da başkalarının hayallerini dinlemek, izlemek istemiyorum...
Yarın (bugün) gene onu görebileceğim hayırlısıyla...
Baaambaşka bir başlangıç olmasını istiyorum, artık başlasın istiyorum, hiç bitmesin istiyorum, bugünün (dünün) ve yarının (bugünün) heyecanından gecenin saat 3ü olmasına rağmen uyumak istemiyorum, sabah geç kalmak istemiyorum, bir an önce gitmek istiyorum, hiç dönmemek istiyorum ve kesinlikle bir sonuçla dönmek istiyorum, uzatmalara halim kalmadı, olumsuz hiç bişi olmasın istiyorum, her şeyin hayırlısını istiyorum. İçimde öyle bir enerji var ki sabaha kadar burda yazmaya devam etsem sonra da gitsem istiyorum, günün sonunda odama döndüğümde hayallerimin biraz daha içinde ve gerçeğini yaşıyor olmak istiyorum, güzel bir gün olsun istiyorum, güzel günlerin ilki olsun istiyorum...
Çok mu şey istiyorum? Sadece istiyorum demek yeter mi ya da sadece benim istiyorum demem yeter mi, sadece burada istiyorum demek yeter mi? Olumsuz bir şey yazmak, düşünmek istemiyorum, yarın (bugün) buraya yeni heyecanları, mutlulukları yazmak istiyorum, umuttan çıkıp sadece mutluyum demek istiyorum. Gene istiyorum diyorum, bencil miyim? Çok mu gelinle güvey oluyorum, ya da ne olur burda ya biri bana gerçekten ne olduğunu söylesin çünkü ben bir öyle bir böyle düşünmekten çıldırmak üzereyim...
Yarın (bugün) tüüm sorularım cevap bulsun, bıktım cevapsız sorulardan, önümü görmek istiyorum!
Bir sürü istiyorum istiyorum yazdım ama aslında tek bir şey istiyorum, tek bir şey, tek bir kişi, tek o...

2 Mayıs 2009 Cumartesi

hayat.. = kamaşa..

düşünceler, kararlar, umutlar, bekleyişler, özlemler, konuşmalar, konuşamamalar, istekler, nedenler, doğrular, yanlışlar, görüşemeler, iletiler, iletilemeyenler, anlatılamayanlar, anlatılanlar, iç çekişler, sıkıntılar, hatalar, kalp kırkıklıkları, habersizlik, belirsizlik, iletişimsizlik, açmalar, kapamalar, merhabalar, elvedalar, izinler, amaçlar, etkiler, tepkiler, tepkisizlikler, itiraflar, itiraf edilemeyenler, duyulanlar, duyulmak istenenler, duyulamayanlar, sevinçler, üzüntüler, geçmiş, gelecek, söyleneler, söylenmek istenenler, söylenemeyenler, günler, geceler, aylar, saatler, dakikalar, tercihler, mecburiyetler, zorluklar, sorumluluklar, sorumsuzluklar, yapılması gerekenler, yapılmaması gerekenler, çevredekiler, ileridekiler, geridekiler, sıradakiler, gülüşler, gözyaşları, destekçiler, yanındakiler, karşındakiler, gözleyenler, bekleyenler, beklenenler, hiç gelmeyenler, gitmeler, gelmeler, gelgitler, uzatmalar, kısaltmalar, sonuçlar, başarılar, başarısızlıklar, eylemler, eylemsizlikler, düşmeler, kalkmalar, çağrışımlar, benzetmeler, çağrılar, bağırmalar, çağırmalar, bağıramamalar, haykıramamalar, kızgınlıklar, kırgınlıklar, hırçınlıklar, tripler, dipler, varlar, yoklar, kayıtlar, kayıt dışılar, sınırlar, zorlamalar, sakinlikler, koşuşturmalar, telaşlar, yalnızlıklar, bi başınalıklar, yorgunluklar, uykusuzluklar, beklemeler, dostluklar, arkadaşlıklar, kardeşlikler, sevgiler, aşklar, güvenler, güvensizlikler, anlamamalar, anlayamamalar, anlatamamalar, bilinenler, bilinmeyenler, bilinip de bilinmek istenmeyenler, görülenler, görülmeyenler, görmezden gelinenler, bakmalar, görememeler, mutluluklar, mutsuzluklar, dengeler, dengesizlikler, değersizlikler, değerler, sorular, sorgular, cevaplar, cevapsızlıklar, cevapsız sorular, yıkıntılar, parçalanmalar, dağılmalar, dağınıklıklar, düşünceler, düşüncesizlikler, kaliplar, engeller, tabular, aşılamayanlar, saplantılar, sapkınlıklar, sapmalar, saflıklar, gamsızlıklar, haberler, habersizlikler, ilkler, tekler, başlar, sonlar, başlangıçlar, bitişler, yitişler, yetişmeler, yetişememeler, kaybedişler, kazançlar, bağlanmalar, kopamamalar, kopmalar, bırakmalar, bırakamamalar, duyulanlar, duyulmayanlar, duyumlar, duyulmak istenmeyenler, duygular, duygusuzlar, körler, bakar körler, boşluklar, sonsuzluk, sömürüler, asalaklar, habisler, iblisler, melekler, şeytanlar, şarlatanlar, sessizlik, sensizlik, eşsizlik, damsızlık, adamsızlık, umutsuzluk, dilsizlik, inatlar, inançlar, itaatsizlik, sadakatsizlik, isteksizlik, umursamazlık, utançlar, debelenmeler, depreşmeler, daralmalar, genişlikler, dokunuşlar, dokunamayışlar, kısıtlamalar, kaçışlar, kapanışlar, açılışlar, uzaklaşmalar, yakınlaşmalar, yakınlaşamamalar, kıskançlıklar, kabullenememeler, kayıplar, kalabalıklar, kalabalık içinde tek başınalıklar, düzlükler, düzeysizlikler, düzensizlikler, taşmalar, yarım kalmalar, hiç başlayamamalar, bolluklar, yokluklar, talepler, arzlar, kınamalar, süreler, zamansızlıklar, yetersizlikler, oyunlar, oyunbozanlar, deliler, akıllılar, akıllı görünüp deli olanlar, deli görünüp akıllı olanlar, derinlikler, delilikler, çılgınlıklar, planlar, programlar, başımızdan geçenler, ..hayat..karmaşa..

28 Nisan 2009 Salı

hayat bu işte..

Bazen ben de terk edip gidebilsem keşke diyorum
İçimde bir İstanbul var ondan vazgeçemiyorum.

Belki sen de bir gün geçersin diye köprülerinden
Yakıp yıkamıyorum, koparıp da atamıyorum içimden

Hayat bu işte;
Kanatlanıp gitmek dururken
Dört duvar içinde hap solursun
Yaşamak için bir neden ararken
Ölmek için bulursun

Söyle; taşı toprağı altın olmuş kaç yazar ?
Delik testi umutlarım, akar altından azar azar.
Söyle, neye yarar yaşamak altın bir kafeste
Bir yanım seni beklerken, diğeri bekler ölümü ağır ağır

Hayat bu işte;
Kanatlanıp gitmek dururken
Dört duvar içinde hap solursun
Yaşamak için bir neden ararken
Ölmek için bulursun

manga sağolsun ama ben köprüleri gene de atmaya karar verdim, vazgeçiyorum..

neden anlamak istemez insan?

dün başlayan sorularım bugün de tüm hızıyla sürüyor.. senelerdir akıllıyım diye geçinen insan neden bazen bir şeyleri algılamak için bu kadar zorlanır? neden devamlı acı çekmek için zorlar kendini? sadistçe zevk mi alır bu durumdan? bir daha bir daha aynı şeyleri, benzer şeyleri duymak için neden devamlı sorgular, sorar, peşine düşer??? gene sayfa açık kaldı bir süre yazamadım ama şimdi kararlarımla geldim. daha önce kararlardan bahsetmiştim, eğer insan bi karar alırsa başaramayacağı şey yoktur ki ben 9-10 aydır bunun iyi örneklerinden biriyim. diyetisyen için bi karar almıştım, bitmiştir dedim ve arada sıkıntılar, bunalımlar yaşasam da rejimle ilgili aynen devam edebiliyorum. şimdi de yarından itibaren geçerli bir karar almaya karar verdim. karar almaya karar vermek bile büyük bir gelişme diye düşünüyorum. madem bu kadar acı çekiyorum ve bu kadar belli boşuna acı çektiğim, vazgeçeriz olur biter bacım..
yarın sabah yeni bir gün olucak, kendime söz geçirmeye karar verdiğim bir gün, belki biraz daha üzüleceğim ama devamı gelmeyecek, şimdiye kadar ki üzülmelerimi silmeye çalışacağım olduğu kadar...
hayat bu işte...

27 Nisan 2009 Pazartesi

hafta nerede başlar? nerede biter? peki ya hayat???

Hafta nerede başlar nerede biter? peki hayat nerede başlar, nerede biter? çok mu felsefik bir giriş oldu, ama bu sabah biraz bu haldeydim, hatta nasılsın diye soran birine de iyilik nedir, sadece sağlık mıdır, sadece insanın bir işinin olması mıdır, nedir diye sordum. o da çok mu felsefe kitabı okuyorsun dedi, acaba kitap okumaya zamanım olmaması bu halde olmam için bir sebep olabilir mi? bu arada sabah mesai başında yazmaya başladığım yazıyı mesai bitimine yakın devamını getirebildiğimi söylersem ne dersiniz? yazıdan çok sorulara dönüşen bir yazılı sınav gibi oldu, peki cevaplar nerde? dün geceden beri o kadar çok cevapsız soru oluştu ki kafamda, sayısını bilmiyorum.. gerçi belki de sorularımın cevapları çok açık ve ortada ve beni karıştıran, dağıtan da bu oldu dün geceden beri.. offf offf neden ara ara böyle oluyor insan, neden bu kadar çok karışıyor, neden bu kadar dağılıyor, hayat neden bu kadar zor, neden her şey açık, net ve her şey karşılıklı yaşanılabilir değil??? karşılıklı bir şey yaşamak bu kadar mı zor? hep sürünmek mi gerekiyor? hep üzülmek mi? hep acı çekmek mi düşüyor bana? neden insanlar saplatılarından kurtulamıyorlar ve neden önlerindeki mutluluğu göremiyorlar.. peki bir önceki cümleyi yazan ben neden bir şeyleri saplantı haline getiriyorum? üzerine daha önce de yazdığım "özledim but it is ok" diyemiyorum, ki özledim bile diyemiyorum, başkası için söylenen özledimler beni benden alıp, dağıtıyor? neden doğru kişiler doğru kişileri özleyemiyor bu dünyada bir türlü??? cevap istiyorum, cevap..
..ya da hayat istiyorum, ya da karşılık istiyorum ya da mutluluk istiyorum, hepsi aynı kapıya çıkıyor, ama bu kapı nerde? ben neden bir türlü bu kapının anahtarını bulamıyorum da hep deliğe gözümü dayayıp acı çekiyorum?? peki benim elimdeki anahtarların doğru deliği nerde? anahtar değiş tokuşu yapma şansı yok mu???
bir kaç soru daha..
ben hayatta nerdeyim? isteyenin istediği zaman ulaşabilieceği bir noktada olmak iyi bir şey mi yoksa kötü mü? ulaşılabilir olunca senin hep el altında olacağını düşünüp sana daha mı az değer verirler? birine hakettiğinden fazla değer verirsen bu onun gözünde değerinin düşmesine mi neden olur? bu gibi durumlarla karşılaşmamak için değer mi vermicez kimseye?? peki değer görmek için ne yapmalı? insanlara kötü mü davranmalı??
insan yaşamında dönemler vardır.. kime neye ne hissedeceğini ne yapacağını bilemez..
ben şu anda o dönemdeyim..
istediğim kişiye, kişilere istediğim gibi DEĞER VERMEK, VERDİĞİM DEĞERİ GÖSTERMEK, SÖYLEMEK İS-Tİ-YO-RUUUM!
ama sonrasında da KARŞILIK İS-Tİ-YO-RUUUM, DEĞER GÖRMEK İS-Tİ-YO-RUM, HAYATINDA YER İS-Tİ-YO-RUM, yokluğumda EKSİKLİK OLMASINI İS-Tİ-YO-RUM!
çok mu şey soruyor ve çok mu şey istiyorum bilmiyorum???
sorgu, sual.. egi..

2 Nisan 2009 Perşembe

sevinç gözyaşı...

Fala inanmayıp, falsız kalmayan, her kahveden sonra fal kapatan neredeyse herkesin falında görünür 1-2 damla sevinç gözyaşı. Ben de o fal meraklılarındanım ve her gün kahvemi içer, falımı kapatırım. Genelde çevremde de benim gibi faldan hiç bir şey anlamayanlar olur ve illa sevinç gözyaşlarını görürüz :)
Bu defa benim falım çıktı, ben o sevinç gözyaşının ne anlama geldiğini bir kez daha anladım ve yanağımdan süzülürken işte bu dedim, bu o hep bahsi geçen sevinç gözyaşım...
1 Nisan Güneşciğimin de dediği gibi şakayla değil şansıyla geldi, umarım nisan ayı ile başlayan güzel değişiklikler olur hepimizin hayatında. Bu hafta zaten bana güzel başlamıştı, işkurdan ne zamandır beklediğim sonuç çıktı ve az da olsa elime para geçeceği haberini aldım. Salı günü çook güzel bir gün geçirdim, gülhanede mis kokuların arasında güzel bir yürüyüş, sonra Edacıkla geçen bir kaç güzel saat. Bu sabahsa uzuuun zamandır duymak istediğim telefonu aldım sonunda. 2-2 buçuk aydır işsiz olabilrim, ama bundan daha aylar öncesinden başlamış olan iş yok iş yok stresi sayesinde iş konusu daha doğrusu işsizlik konusu hayatımın merkezine oturmuş bir sıkıntı idi. Ta kii bu sabah 9 buçukta telefonum titreşinceye kadar...
Bu benim hayatımın işi olmayabilir, heeep hayallerimi kurduğum iş olmayabilir, yapmayı bildiğim iş olmayabilir ama benim şu anda ihtiyacım olan ve istediğim sadece bir "iş"ti. İşte o da bu telefonun ucundaydı...
Hem benim çok inandığım bir şey var, ben şimdiye kadar hep önüme çıkanla yetindim, mutlu oldum, beni mutlu eden bu oldu. İşte bu da onlardan biri olacak. Benim yeni yolum bu olacak ve ben bunda mutluluğu arayacağım. Bir de şöyle bir yanı var bu olayın, hani büyük konuştuğun başına gelir denir ya, ben işle ilgili ne zaman büyük konuşsam, bunu yapmam şunu yapmam dersem direkt o oluyor. Bundan önce aile ile çalışmam diyordum, kuzenlerle çalıştım 2 sene, işler yürüseydi hala birlikte olurduk, benden satışçı olmaz, derdim, işte şimdi de satışçı oluyorum... Pardon "müşteri danışmanı" :)
Evet yeni işim bu, daire satacağım, bakalım nasıl olacak. Her ne, nasıl olacaksa olsun hayırlısı olsun diyip durdum, diyip duruyorum. Bugün işe giderken yolda Allah'a yalvardım, burda çalışmak hakkımda hayırsız ise bi engel çıksın ve ben gidemeyeyim dedim, ama gittim de geldim de çok şükür :))
Aaa bu arada sevinç gözyaşı hadisesini anlatacaktım;
Yeni iş yerime gittim, 1-2 saat görüştükten sonra bugün git evrakını hazırla yarın işe başlarsın dediler, ben de bu vesile ile postaneye de uğrayıp işsizlik ödeneğimi de alayım dedim, postanenin kapanmasını yarım saat kala varabildim, kuyruk olmasına rağmen işimi çabucak hallettim, ordan çıkıp muhtara doğru giderken kulağımda kulaklıkla radyo dinliyordum,, şarkı da "bir sevmek bin defaaa ölmek demekmiş, biin defa ölüpteee ölememekmiş..." diyordu. Bu şarkının konumuzla hiç bir ilgisi yok ama o anda öyle bir duygu taşması yaşadım ki, çok şükür dedim, elime biraz para geçti, yeni bir işim oldu, artık her şey yavaş yavaş yoluna girmeye başlayacak, sabah işe alındığım haberini yaydığım canlarımın hepsi bana mutluluklarını sevinçlerini o kadar güzel yansıttılar ki... Çoğu kendim bulmuş gibi sevindim dedi coşkuyla, kendimi o kadar şanslı hissettim ki, o kadar sevenim varmış ki dedim, kiminle konuşsam öyle bir enerji gönderdiler ki bana, duyduğum mutluluğu anlatamam, bunu anlatmanın en iyi yolu şu anda da bunları yazarken dökülen o SEVİNÇ GÖZYAŞLARIM...
sevinç gözyaşlı
egi

30 Mart 2009 Pazartesi

her bir şeyden...

Yazmak için aynı anda bir çok şey geçti aklımdan, sonra da şu şarkı sözleri geldi aklıma "nasıl anlatsam, nerden başlasam..." devamında "Bodrum Bodrum" diye devam eder MFÖ'nün o muhteşem şarkısı ve buram buram yaz kokar... Bir anda yazı ne kadar çok özlediğimi hissetmeme neden oldu ve ne yazacağımı unutturdu bana :))
Daha önceki yazılarımda da aynen böyle olmadı mı bi anda her bir şey hakkında bi dünya şeyler söyledim, döktüm içimi gerek burdan gerek mercumek'ten...
Yazıya başladığım saatle şu saat arasında neredeyse 3 saat var ve şu anda saat gecenin 3 buçuğu...
Başlamışken hiç bir şey yazmadan bırakmayayım bari.
Yakınlarda beni dağıtan 2 şeyden bahsedeyim: biri, geçen hafta bir arkadaşıma gelen mesaj ve mesajın verdiği mesajın (!) beni dağıtması, mesaj:özlüyorum but it's ok. Bunu yazanı tebrik ediyorum, nasıl bir başarıdır bunu başarmak, bu başarı beni o kadar dağıttı ki yorum yaptığım cümle bile nasıl saçma sapan "nasıl bir başarıdır bunu başarmak" :)) işte ben de it's ok olan günlerin gelmesini bekliyorum. şimdilik özlüyorum but it's not ok diyebiliyorum sadece...
İkincisi de; şu ara giden herkesi dağıtan bir film "güneşi gördüm"... aynı anda o kadar çok şeyi gösterip, o kadar çok acıttı ki, o kadar çok şeyi hatırlatıp, o kadar yaraladı ki şu her açıdan bunalımlı dönemde bir bu eksikti dedirtti bana, gözlerimi şişirtti gene. aslında bu film için de başka bir yaram için özlüyorum but it's not ok diyebilirim.
Biliyorum çok anlaşılır bi yazı olmadı ama sadece bu kadarını yazabilirim, anlayacağınız şu aralar egi is not ok...

5 Mart 2009 Perşembe

yeni yazı...

Gene ozim dedi ben de yazıyorum:)
Çok söz dinler oldum, maaşallah :) evet geçen yazıdan bu yana neler değişti diye düşünürsek hiç bir şey değişmedi, ben gene evde, gene ev kızı...
Geçen yazıya bir göz attım öyle devam ediyorum. Geçen yazıda bir iş görüşmesine gittiğimden bahsetmişim ama ayrıntı vermemişim. Aslında iş görüşmesi bana göre iyi geçmişti, umutluydum, işi sevdim, pozisyonu sevdim, firmayı sevdim ve hatta iş görüşmesinde bir anda karşıma çıkan Emrehan Bey'i de eski iş yeri aracılığıyla ilk gördüğümde bile sevmiştim ama bunların hiç biri bana söyledikleri zamanda beni aramalarını sağlamadı.
En geç bundan 2 gün önce pazartesi aramış olmaları gerekiyordu, salı akşam mail attım ama bugün de cevap vermedi Emrehan Bey...
Şu anda elimdeki en sağlam başvuru o, herhalde ne maaş verseler başlardım, gerçi daha ne maaş teklifinden bahsediyorum, 2.görüşmeye bile çağrılmadım :(( Uzun zaman sonra ilk defa bugün babamdan para istemek zorunda kaldım ve çalışıp kendi parasını harcamaya alışan bir insan için babasından yeniden para istemek çok zor gerçekten. Hele ki onların durumunun da benden parlak olmadığını bilerek...
Gene de küçük bir umut da olsa belki ararlar diye umuyorum.
Bu arada cuma günü kamp organizatörümüz ile görüşeceğim gene iş için. Geçen tatil planımızı yaptığımızdan beri Melih'e ben de seninle çalışayım diyip duruyorum, hatta yaz tatilinin son gecesi fasıl masamızda karşımdaydı Melih. Bütün gece beynine işledim, arkadaşlarım da verdiler gazı, ama o zaman bir işim vardı...
Bir yandan o işin içinde olmak çok güzel geliyor bana, bir yandan da bugün 2009 yaz kamp programlarını inceledim. İçimi bir hüzün doldurdu, hala bir işim var olsaydı ben o programlara bakıp kendime uygun olanı seçip erken kayıt için koşturacak olurdum. Şimdi tatil gibi bir lüksüm yok ve olur da cuma günü görüşmede işime yarar diye programları inceledim. Erken kayıt indirimi ile 10 taksit bile yapıyorlar ama bu sene benim için bir önemi yok. Gerçi program içerikleri hep aynı artık, yapmadğımız bir şey kalmadığı için eski cazipliğini kaybetti aslında bir tatil olarak. Zaten hep söyleriz, hiç biri ilkinin tadını veremez. Güya bu sene yurt dışına gidecektik, belki bizim tayfa gider ama ben anca arkadalarından su dökerim, güle güle gidip, güle güle gelsinler diye...
İbiza'ya gidecektik, erkekler ayrı, kızlar ayrı hovardalık yapacaktık, güzel hayallerdi... Burda çok beceriyoruz ya hovardalığı :))
Hakikaten böyle bir dönem, hayatımdaki tüm dönemler gibi gene aşksız olarak da devam ediyor, bari o olsaydı da bir dayanağım olsaydı şu dönemde. Gerçi hayatımda hiç aşk, sevgi olmuyor değil ama ben hep yanlış insanlara, başkasına kara sevdaya tutulmuşlara, beni hiç o gözle görmeyenlere kaptırıyorum kendimi. Sonrada onlara güzin ablalık yapıyorum, bu da benim kısmetim demek ki...
Yakın zamanda iki çok sevdiğim arkadaşımdan duyduğum sözleri birleştirince ortaya şu çıkıyor; herkes kendisi için yanlış kişilerin peşinde, onlara vurgun, tutkun, aşık, ama o yanlış kişiler de kendileri için gene yanlış kişilere vurgunlar, böyle bir mutsuzluklar zinciri var, zincirdeki herkes birbirine acı veriyor, süründürüyor. İşte ben de o halkalardan biriyim herkes gibi... Gerçi benim bildiğim ve acı verdiğim kimse yok sanırım :)
Geçenlerde televizyonda eski bir diziye rastladım "Hayat Türküsü" diye... Deli bir kız vardı orda Ebru diye. Ebru dizide Cemal adında bir çocuğu seviyor, Cemal de amcasının kızına vurulmuştu adı da Hayat... Ama imkansız tabii bu aşk. Deli Ebru'nun deli cesaretiyle söylediği bi cümle çok hoşuma gitti, onu da yazmak istedim...
"- Cemaal, Hayat'a hissettiklerin var ya ben de sana..."
devamı yok, devamı gözler de "ben de sana..." ... dizinin ilerleyen bölümlerinde Cemal da mantıklı düşününce aslında o da Ebru'ya... olduğunu anlıyor. Bugün de gene deli kızın deli düğünü şeklinde olan bir bölüm vardı. Deli cesareti iyi bir şey midir acaba???
Uzun süre yazmayınca daldan dala atlayıp bi dünya şey yazıyorum.
Aaaa bi de muhasebeci amcanın referansıyla görüşeceğim bi yeminli mali müşavir amca var ki daha doğrusu dede... Onu da anlatayım sonra noktayı koyayım:)
Ben bu dede ile 3 kere falan telefonla görüştüm, güya onu İstanbul'da yakalarsam ziyaret edicem, bana iş bulacak ama ne mümkün adam Ankara'dan dönemiyor bir türlü. Ya da dönüyor ama ben yakalayamadan geri gidiyor, pes artık :) Bir de bir konuşmamız var telefonda, dedenin konuşmaya hali yok nasıl iş yapıyor bilemedim, bir sessiz sessiz konuşuyor, evet efendimler falan ayyy çalışamam öyle bi dedeyle gibi geliyor ama İstanbul'da yakalarsam ve iş verirse hayır da diyebilecek durumda olduğumu sanmıyorum...
İşte böyle bir şeyler, hayat tüm hızıyla devam ederken, ben yerimde duruyorum. Bu arada annemin sabahın 8inde olan fizik tedavisi sayesinde sabah yürüyüşlerine başladım. Annemi hastaneye bırakıyorum, 1 saat yürüyüşümü yapıyorum, annemi alıp eve geliyorum. Gerçi yarın becerebilirsek Ediyemle görüşeceğiz, Ada'ya gidelim istiyorum, onu beceremesek de Ortaköy ve hatta Bebek'e kadar yürütürüm Ediye'yi, İstanbul'umun Boğaz'ında yapmış olurum yarın ki yürüyüşümü inşallah tabii...
Plan yapmamak gerektiğini söylemiştim geçen yazımda plan yapmıyorum, hayırlı ise inşallah güzel bir geçiririz Ediyecikle, kendisi Singapur'da bir iş kabul etti, bir sene burda olmayacak :((( Umarım çook güzel günler onu bekliyordur... Çook özleyeceğim ama...
Artık uyuyayım erken kalkıyorum kaç gündür, yarın da erkenciyim. Şimdilik eginin hayatından kesitler böyle, umarım gene çok can sıkıcı yazmamışımdır, hayat herşeye rağmen güzeldir ve evet umudumuzu yitirmiyoruz, güzel günler gelecek, herşeyin hayırlısı olsun...

Hayatı bekleyen
egi


24 Şubat 2009 Salı

ertelememek lazım...

Az kaldı yazacağım demiştim geçen yazımda ve ertesi gün yazmayı planlamıştım. O gece saat 2 gibi yattım, sabah saat 6.30 civarı telefonum çaldı. Arayan 10 gündür anneannemin hastalığı nedeniyle Ankara'da olan annemdi...
Bir kaç saat sonra babamla Ankara'ya doğru yola çıktık...
Bütün anne tarafı akrabalarım, kuzenlerim, tanıdıklarım, tanımadıklarım herkes oradaydı. Anneannemi senelerdir gitmek istediği yere yolculadık. 5 gün sonra İstanbul'a döndük annemi de alıp. Ankara'da olduğu gibi evde de gelen giden devam etti. Dönüş yolunda annemin bel ağrısı başladığı için bugüne kadar annem yatıyordu.
Yazmadığım bu dönemde bir iş görüşmesi yaşadım aslında bunu da ayrıntılı yazmak istiyordum ama şu anda yazıya devam edesim yok ve hatta uykum geldi, sanırım bugünlük bu kadar, bu yazdıklarımın hepsi de zaten özinin bildiği şeyler yeni bir şey yok yani :))
Bazzen yazmak için çok dolu dolu oluyorum ama bugün o gün değil, görüldüğü gibi sadece yazmak için yazdım, sadece ertelememek için yazdım, yarın ne yaşayacağımızı hiç bir zaman bilmiyoruz.
Ama her zaman çook güzel şeyler yaşamak için umudumuz var ve önemli olan onu hiç kaybetmemek. Mesela bugünün güzelliği annemin doktor sonrası ayağa kalkması ve normal yaşamına dönebilmesi ve çarşamba için çok eğlendikçilerle organizasyon yapabilmiş olmak. Uzuun bir aradan sonra bir organizasyon yapmak güzel bir şey, umarım bir aksilik olmaz ve çarşamba günü hep birlikte oluruz, çok eğleniriz, herkesi çok özledim...
Şimdilik bu kadar, güzel şeyler yazmak, yaşamak dileğiyle...

10 Şubat 2009 Salı

az kaldı yazacağım...

Bugün bir şeyler yazmaya kararlıydım ama gene sayfa saatlerdir açık ve ben daha bir kelime yazmış değildim. Saat geç oldu, sabah erken kalkmak lazım, ben enn kısa zamanda yazacağım müjdesini vereyim sonra da inşallah yarın yazayım gene uzuuuun uzuuuun...
24 saat yetmeyen
egi